Lamentum & Celebrationem


Swan Lake - https://www.youtube.com/watch?v=F2d_vv2w--8

Soğuk... Keskin... Köşeli... İlk halim böyleydi işte. Dağın bağrından koparılmış, asırların izlerini taşıyan biçimsiz bir parça. Ham güzelliğin ta kendisi. Belki kusurluydum, belki kaba… Ama bütündüm işte. Kendi varlığımın derinliklerinde, sessiz bir mükemmellikle tastamam… Damarlarımda zamanın hikayesi akardı, çatlaklarımda dağların sırrı saklıydı. Yağmurlardaki toprağın, kozalak reçinesinin, çeşit çeşit bahar çiçeğinin kokusu sinmişti üstüme. Ve sonra... O eller buldu beni. Sanatın kutsal dokunuşları... Önce ürkek, sonra kararlı vuruşlar. Her darbede biraz daha eksiliyordum. Parçalarım, varlığımın küçük tanıkları düşüyordu ayaklarımın dibine. Mermer tozları dans ediyordu havada, benden kopan her zerreyle birlikte uçuşuyordu ruhum. Onca fırtınanın dahi koparamadığı türden bir gürültünün notaları eşliğinde… Sanki göğü süsleyen yıldızlar dökülüyordu bedenimden - her biri geçmişimin bir parçası, her biri benliğimin bir zerresi... Uçup gidiyor, cüretkarca dans edip acımasız bir ‘’finale’’ eşliğinde yere iniyorlardı.

Yalnız bedenime değil ruhuma da inen o ilk çekiç darbesi... Ah, o an! Varlığımı sarsan o ilk karşılaşma! Sonra bir daha, bir daha... Her darbe yeni bir ben yaratıyor, eskiyi silip götürüyor tozlar altında. Özlem... Derin bir özlem kaplıyor içimi. Kopan her parçamın ardından içimde açılan boşluklar, eksilen benliğimin yankıları... Her vuruşta biraz daha hafifliyor bedenim, ama ağırlaşıyor ruhum - tuhaf bir denge bu. Bedenimden kopan parçaların yükü doluyor ruhuma, yok olmayışın dengesi benden koparılanı geri armağan ediyor bana. Yalnız omuzlarıma yüklüyor ya da… Zaman akıyor keskinin ucunda. Yavaş yavaş, sabırla... Şekilleniyorum. Keski izleri artık yara değil, bağladıkları kabuklar karakterimin çizgileri sanki. Her yontulma yeni bir kapı açıyor içimde. Kendimi buluyorum kaybettikçe - ne tuhaf bir çelişki! Her eksiliş yeni bir varoluşun başlangıcı, her kayıp yeni bir kazancın müjdecisi. Bittikçe yeniden doğuyorum, toz olup göğe dağıldıkça düştüğüm yerlerde var oluyorum. Işık huzmeleri dans ediyor şimdi üzerimde. Pürüzsüz yüzeyimde kırılıyor, yansıyor, dağılıp çoğalıyor. Bu yeni ben, bu zarif hatlar, bu yumuşak kıvrımlar... Gerçekten ben miyim? Evet, bendim bir zamanlar. Hayır, şimdi benim. İkisi de doğru, ikisi de yanlış belki... Her açıdan bambaşkayım artık - bazen kendime bile yabancı, bazen fazlasıyla tanıdık…

Ustamın gözlerinde gördüğüm o tatmin... "Başardık." diyor gülümseyerek. Neyi başardık? Ben hala o ilk günkü mermer parçasının yasını tutuyorum bir yanımla. Diğer yanım ise bu yeni halime hayran. İki benlik arasında salınıyorum, iki dünya arasında tutunmaya çalışan bir köprü gibi... Geçmiş ve gelecek arasında asılı kalmış, zamanın tam ortasında duruyorum. Kimim ben? Dağların bağrından kopmuş mermer parçası mı? O kadar sert, o kadar köşeli değilim artık. Fakat bütünlüğüm de geride kaldı. Bir değil binlerce parçayım. Kopup giden yanlarımın ağıtı nasıl yeni halimin neşeli şarkısına dönüşüverdi? Nasıl değiştim, ben kimim? Her köşemin yumuşaması, her sivri yanımın törpülenmesi... Bir güzelleşme serüveni mi, yoksa bir varoluş trajedisi mi? Belki de her ikisi... Mükemmellik böyle bir şey olmalı - acının ve hazzın, kaybın ve kazancın, eskinin ve yeninin dans ettiği ince bir çizgi... Her darbe bir ders, her yara bir hikaye, her eksiklik yeni bir bütünlük...

Şimdi sergi salonunun ortasında, spotların altında duruyorum. Sanatın ta kendisi gibi görünüyorum belki dışarıdan. Ama kimse bilmiyor içimdeki fırtınayı; o ilk günkü sert, kaba ama bütün halime duyduğum özlemi, yaktığım ağıtı. Her pürüzsüz yüzeyimin altında bir hasret gizli, her zarif kıvrımımın ardında bir kayıp saklı. Yine de... Şimdi daha derinlikli, daha anlamlıyım. Her çizgimde bir hikaye, her kıvrımımda bir sır... Her gölgemde bir anı, her ışıltımda yeni bir umut, bedenime açılan her oyukta sanatın yankısı... Dönüşüm... Ne acımasız bir öğretmen! Ne muhteşem bir yolculuk! Ne derin bir yalnızlık! Ve ne kutsal bir buluşma kendimle!.. Her vuruşta biraz daha ben oldum, her kaybımda biraz daha bütün... Şimdi duruyorum işte - hem eksik, hem tamam. Hem eski, hem yeni. Hem ölü, hem diri... Bir zamanlar ulu bir dağın parçasıydım, şimdi uçsuz bucaksız sanatın. Bir zamanlar taştım, şimdi ruh. Bir zamanlar biçimsizlik içinde özgürdüm, şimdi mükemmellik içinde tutsak... Ya da belki, tam tersi... Ve böylece, her gün biraz daha anlıyorum ki, güzellik acıyla gelir, mükemmellik kayıpla... Ve belki de gerçek sanat, bu çelişkinin ta kendisindedir. Var olmanın ve yok olmanın, kazanmanın ve kaybetmenin, acının ve güzelliğin, ağıt ve kutlamanın kesiştiği o kutsal noktada...