Orenda


Time - https://youtu.be/yl-Ms_ek-kE?si=UpbzfIpA3m1MZhq7

Küçük bir kız vardı, bir zamanlar. Değişmenin korkusunu kalbinde bir diken gibi taşırdı. Kendi kozasında, güvende hissettiği tek yerde yaşardı. Bu kozaya mecburdu. Ne zaman başını dışarı uzatsa kırılmış, acımış, yaralanmıştı. Yaşama küsüp kozasına dönmek, fırtınalardan kaçmak için tek şansıydı. Dünyanın rüzgarları onu bu kozadan çıkmaya zorlasa da o, direnmekte kararlıydı. Çünkü bilmediği, tanımadığı bu dış dünya ona daha yolunun başında çok acımasız davranmıştı. Korkuyordu. Evet, her hücresinde hissediyordu bu korkuyu. Esiri olduğunu çoktan gözden kaçırmış, yalnızca zamanını dolduruyordu.

Zaman beklemezdi kozanın içeriden parçalanmasını. Rüzgar başladı, kararan bulutlar gökleri döktü üzerine. Yağmur tüm acımasızlığıyla ıslattı kozasını. Tuhaftı. Bunca zaman korkup kaçındığı yağmur neden huzur veriyordu ruhuna? Neden böylesine güzel kokuyordu toprak? Gök nasıl böyle davetkar dökülüyordu? İçinden bir parça, neden ait hissediyordu hep korktuğu yaşama?

Korku kayboldu. Başarabilir miydi bilmiyordu ama öğrenmek için sabırsızlanıyordu. O gün bir şeyler değişti içinde. Kalbinde kopan fırtına dışarıdakini tanımıştı sanki. Birbirlerine karışmak istiyorlardı. Ve bu kez, engel olmayacaktı.

Dindi fırtına. Güneş yüzünü göstermeye başlamıştı. Hazırdı. Yavaş yavaş parçalamaya başladı kozasını. Korkunçtu. Her hamlesinde canı daha çok yanıyor, parçalara ayrılan kozası değil bedeni oluyordu sanki.

Bitmişti sonunda. Cesaretini toplayıp gözlerini araladı. Acıtıyordu. Karanlığına alışan gözleri gün ışığının güzelliğiyle yanıyordu. Alıştı zamanla. Yağan yağmurda içinde kopan fırtınalardan, açan güneşte ruhunun en derinindeki ışıltıdan birer parçaya rastladı. Karıştılar birbirlerine. Rüzgarla kızdı, güneşle gülüp yağmurla ağladı. Ama hala biraz korkaktı.

Dönüp duruyordu yaprağının üzerinde. Kendini aşağı bırakacak cesareti arıyordu. Uçamamaktan, yere düşüp kanatlarını parçalamaktan korkuyordu. Sahi ya, kanatları vardı artık. Ama ağır geliyorlardı omuzlarına. Uçabilecek olmanın umudunu ve düşebilecek olmanın korkusunu aynı anda taşıyamıyordu narin yüreği.

Yapacaktı. Yapmak zorundaydı. Hayatının uçurumunun, yaprağının, kıyısına adım attı. Kapattı gözlerini, hatırladı:

*"Meltemin estiği gökyüzünde seni bekleyen özgürlük var. Gel gör ki sen; ‘Ya düşersem?’ diye sorup duruyorsun. Peki canımın içi, ‘Ya uçarsan?’"*

Gözlerini açtı, kendini meltemin estiği gökyüzüne bıraktı. Kalbi göğsünü delercesine çarpıyordu. Sarsıldı, çırptı kanatlarını, uçtu. Gökyüzündeki özgürlüğe uzandı var gücüyle. Gün ışığı artık gözlerini yakmıyor, yağmur kalbini titretmiyor, fırtınalar onu korkutmuyordu.

Büyüdü küçük kız. Kozasından çıkacak gücü kendinde bulup güzeller güzeli bir kelebeğe dönüştü. Kanatlarının güzelliğine sahip çıkmayı öğrendi, kestirmedi saçlarını. Konduğu çiçeklere değer verdi, kalbini dostluğa, aşka, umuda açtı. Korkmadı artık fırtınalardan, gözyaşlarından utanmadı. Gözyaşlarının ardında saklı olan gülümsemeleri buldu, fırtınaların ardında gizlenen güneş ışığını keşfetti. Güneşin elbet açacağını, ağladığı kadar güleceğini hatırladı.

Büyüdü küçük kız. Rüzgarla dans ediyor, yağmurda neşeyle ıslanıyor, güneşin altında huzur buluyordu.

Büyüdü küçük kız, uçmayı öğrendi. Artık düşmekten korkmuyordu. Biliyordu ki, düşse bile tekrar ayağa kalkacak, kanatlarını yeniden çırpacaktı.

Büyüdü küçük kız, özgürlüğünün kıymetini kendi elleriyle kanatlarına vurduğu prangaları kırarak anladı.

Büyüdü küçük kız, kozasını hiç unutmadı.